dineshweb: Retweet for blogger

Cudi'de Kar Var

Cudi'de kar var. Yıllarca sadece televizyon bültenlerinde ismini duyduğum ve yıllarca yabancısı olduğum bir coğrafyada iki yıla yakın bir zaman geçirdim. Sık sık yaşanan elektirik kesintilerinden birini yaşıyoruz yine ve ben arkamdaki mumun Işığında ayağımı kalorifer peteğine uzatmış, cudiyi izleyerek bunları yazıyorum. Dedim ya Cudide kar var. Geceyi aydınlatan en büyük şey polis merkezlerine ve araçlarına atılan havai fişekler ve evlerde aydınlanmak için kullanılan fenerlerin ya da mumların ışığı. Ama yine de görüyorum, Cudi'de kar var. 

Nasıl oldu, bana güç veren neydi de 2 yıl burda kaldım gerçekten anlamıyorum. Eğer başka bir yeri kazanmasam, bi 2 yıl daha burda kalacak gücüm de olacak biliyorum ama yine de anlam veremiyorum. Hayır aldığım para değil, hayır burdaki harika dostluklar da değil bana o katlanma Gücünü veren, belki herkesin aynı durumda olması, belki bir gün bitecek olması, belki de hepsi birden. Cidden tam olarak bilmiyorum. 

Olayın vehametinin farkında değildim belki de ilk geldiğimde. Eğer ciddi bir okuyucu ya da izleyici olsam Silopi merkezli haber ya da yazılardan bir fikrim olabilirdi ama ben merak edip de Silopi fotoğraflarına bile bakmadım gelmeden önce. Hal böyle olunca da neyle karşılaşırsam, hazırdım olduğu gibi kabul etmeye. Belki de buydu bana güç veren. Insanların kötü olabileceği gerçeği dışında çok da şaşırmadım açıkçası karşılaştıklarım karşısında. 

Ilk geldiğimde sarı kırmızı yeşil ışıklandırılmış çiçek şekli verilmiş süs lambaları vardı İpekyolu üzerinde. Sarı kırmızı yeşilin kötü bir anlamı ve renklerin estetik olmadığını düşünmeme rağmen yine de güzeldi, aylardan hazirandı. Oysa şimdi o çiçek şekli verilmiş sarı kırmızı yeşil lambalar sönük ve Cudi'de kar var. 

Ayağım kalorifer peteğinin sıcağıyla ısınmış ve kendimi beşinci kattaki evimin penceresinden dışarı bakarken kendini güvende hissediyorum. 

Ama yine de görüyorum, Cudi'de kar var...


Share/Bookmark
posted under | 0 Comments

Şiir

 



                ödünç almış yaratırken
                        karanlık geceden
                     o zifir karası
                                    saçları
                                          tanrı…


                     alıp başını yürüyen
                             bir yağmur bulutu olmuş,
                                                 tenin…
                    ve tanrı dokunmuşçasına güzel
                                     o küçücük ellerin…


                    gözlerin…
                    topraktan almış sanki
                                           rengini…
                    ve melekler bulsun diye
                         yaratılmışın sen
                                           dengini…



Share/Bookmark
posted under | 0 Comments

Kabiliyet





Adamın bir kabiliyeti vardı. Ne meziyet ne lanet, yalnızca bir kabiliyet. Hayat bulamıyordu dilinde yer bulan hiçbir şey. Evet evet, sözcüklere döküldü mü bir kere, gerçekleşmiyordu hayatta. Adam önceleri çok çekmiş bu yüzden ama alışıp da kullanmayı öğrenince o denli kötü olmadığına kanaat getirmiş olacak ki, bana anlatırken ne meziyet ne lanet, yalnızca bir kabiliyet demişti.

Kullanmayı yeni yeni öğrendiği zamanlarda rast gelmiştim ona ilk. Önceden sokakta, okulda karşılaşırdık da selamlaşmadan öteye geçemezdik. O gün bana pek bezgin ve soluk görünmüş olacak ki dayanamayıp halini,neyi olduğunu sormuştum. Oysa o, neyi olduğunu söylemekten çok niye olduğunu anlatmak ister gibiydi:

- “Neden hastalanıyoruz? Eğer Tanrı bizi kusursuz yarattığını söylüyorsa, söyle bir bakarsak o kadar da kusursuz değiliz hani,yok evrimse, hala evrimleşemedik mi, evrime ayak uyduramadığımızdan mı bozuluyor illa ki bir yerimiz?”

Ben bir şey diyememiş,yalnızca dinlemiştim. Söylediklerini sonra düşününce kendimce bir kaç yanıt bulmuştum ama hiç söyleyemedim.

Sonra anladım ki o günlerde geçmesini dilediği rahatsızlığıyla ilgili okuyup, konuşup “kabiliyeti” sayesinde ondan kurtuluyormuş ama çok değil 2-3 gün geçmeden hiç aklına gelmeyen bir yerinden yine rahatsızlanıyormuş. Bunu çözmek için kafa yoruyor ama bir çözüm bulamıyormuş. Tam da o gün karnında daha önce hiç olmayan bir ağrı peyda olmuş, gelene geçene onu anlatıyordu ve ben de solgunluğunun bu yüzden olduğunu bu sayede öğrendim.

Hatırladığım ilk konuşmamız bu oldu. Günden güne bu adamdaki farklılığı hissediyor ama bir anlam veremiyordum. “Oyunu bulan kuralı koyar” demişti bir gün. Küçümseyerek bakmış ve bir filmden mi yoksa bir kitaptan mı fırladığını kestiremediğim bu cümleye kayıtsız kalmıştım ama sonradan anladım ki oyunu bulmasa da kuralını bulmuştu. Bunun nereye varacağını o zaman anlayamamıştım ama bunları yazarken çok daha iyi anlıyorum.

Sonraki görmemde dişinden mustaripti. “Oldukça çok acı çektikten sonra, nereden bakarsan tüm bedenimde acı hissettim, diyebilirim ki en kötüsü diş, unutma sakın bunu” demişti. Dişin ağrısının 1-2 gün içinde geçeceğini bildiğini ama 1-2 gün içinde yalnızca alkol ve ilaç alarak ağrıyı geçiştirdiğini söyledi ve kendisiyle bir şeyler içip içemeyeceğimi sordu. Biraz düşündükten sonra bu farklı adamı daha yakından tanımanın çok iyi olacağını düşündüm ve kabul ettim.

Belki de zaten anlatmak istediği için, doğrudan bir kafeye götürdü beni. Sessiz, müşterisi az, genelde işten çıkan memurların geldiği bir yere benziyordu. Garsonların adama tavırlarından buraya daha önce de sıkça geldiğini anladım. Her zamankinden farklı bir şey olsun, dişini göstererek sabaha dek hissetmemek istiyorum ona göre dedi garsona, garson benim de siparişimi alarak uzaklaştı.

İçtikçe hem alkolün verdiği keyif hem de ağrısı dinen dişin mutluluğuyla konu konuyu açtı ve sonunda anlatmaya başladı.

Ne zaman başladığını ya da fark ettiğini hatırlamadığını ama küçükken hep bir süper-kahraman olmak istediğini belki de düşünün gerçek olduğunu söyledi ama bunu söyler söylemez gözleri gölgelendi, bakışlarını benden kaçırdı ve bir süre bir şey demeden bekledi. Sonra birden hayır hayır dedi, süper-kahraman falan değilim ben, çünkü bu bir meziyet değil ama lanet de değil diye ekledi. Bu yalnızca Tanrı vergisi bir kabiliyet. Üstün veya düşük kılmıyor beni, diğerleri şiir yazabilip, resim yapabiliyorken benim de ağzımdan çıkan gerçekleşmiyor. Söylediklerim hayatta karşılık bulmuyor, önceden öyleyse bile ben söyledikten sonra artık öyle olmuyor. Dalga geçtiğini ya da sarhoş olduğunu falan düşündüm ilkin, anlamış olacak ki aklımdan geçenleri, gözleriyle bir kadın ve bir erkeğin oturduğu masayı işaret ederek, bu kadın erkeğe tokat atmayacak burada dedi. Ne dediğini anlamaya çalışırken kadın az evvel sarmaş dolaş olduğu erkeğe tokat atarak, alıp çantasını dışarı çıktı. Neler olup neler döndüğünü anlamam için bir kaç cümle daha kurdu ama o kadar müstehcen şeylerdi ki yazamayacağım buraya.

O günden sonra eskisinden yakın olmaya başladık. O da uzak durmaya falan çalışmadı. Niye bilmiyorum ama ben de bu kabiliyetinden kimseye bahsetmedim. Ama artık yazma, birilerine olanı biteni anlatma ihtiyacını son olanlardan sonra duydum. Geleceğim o kısma.

Bana finallerde yaptıklarını anlattığı gün evrenin kuralların bir kaç kişiyi kapsamadığını anladım. Vizelerden aldığı yüksek notlarla sınıfın ders notları hakkında sözü geçen biri haline geldiğinde, sevmediği kişilerin yanına gider gerçekten de soru çıkabilecek yerleri göstererek buralardan soru çıkacak der ve sınavdan sonra da kahkahalarla gülermiş. Bir şeyler anlaşılmasın diye sonradan vazgeçmiş ama bana anlatırken bile kahkahalarını tutamıyordu. Belki de bu kahkahalar onu mutlu gördüğüm tek günün tek izleri,belirtileriydi.

Bazen bu dilimi keseceğim diye diye öfkeli bir şekilde gelir, yere göğe küfrede küfrede bir şeyler anlatırdı. Tam da o anlarda onun ne denli şanssız olduğunu düşünür ve üçüncü dünya diktatörlerine benzetirdim. Elinde bir çoklarının imrendiği bir güç vardı ama bu mutlu olmasına yetmiyor aksine onu mutsuz kılıyordu.

Bir gün ortadan kaybolduğunu öğrendim. Nereye gitmiş, başına ne gelmiş, kaçırılmış mıydı hiçbir şey bilmiyordum. O an aslında onun hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimi düşündüm. Yalnızca bana anlattıklarını, üniversitedeki sınıfını, yanında gördüğüm arkadaşlarını ve kendi deyimiyle “kabiliyetini” biliyordum ama daha fazlasını değil. Arkadaşlarına da bir süre olmayacağından başka bir şey söylememiş, Yazma nedenim bu da değil, birazdan anlatacağım.

O vakitten sonra hiç görmedim onu, okul bitti, iş hayatım başladı, kariyer peşimde koşturdum. Bazen olsa da bir çift laf etse diye içimden geçirdiğim anlarım oldu ama sonrasında aklıma gelmez oldu. Bir an gerçekliğinden şüpheye düştüğüm zamanlar bile oldu, masal kahramanı gibi hissediyordum düşündüğüm kişiyi. Zamanla hiç aklıma düşmez oldu ta ki dün onu görünceye dek.

Dün onu gördüm,önce tanıyamadım, aşina bir yüz ama kim kim diye düşünürken anımsadım. Hemen yanına gittim. Aslında ne diyeceğimi bilemiyordum ama yine de gittim ve merhaba dedim, biraz beni inceledikten sonra dilinin ucuna gelen sözcükleri yutarak gel dostum dedi yalnızca ve yürümeye başladık. İşte o an, yanımda yürüyen adamın artık tanıdığım (veya tanıdığımı sandığım) adam olmadığını hissettim.

Uzun bir sessizlikten sonra nerelerdeydin dedim,neden gittin?

Durdu, bana ilk karşılaştığımızda söylediklerini anımsatan şu cümleleri kurdu: Biliyor musun bazen Tanrının şu dünyayı aşık olduğu için yarattığını düşünüyorum, kendi aşkını insanlara dağıtıp onların da kendi gibi mutlu olup acı çekmesini istediği için, haksız mıyım?

Ve sonrasında başından geçen her şeyi anlattı.

Bir kadın sevmiş, kadının da kendini sevdiğinden emin değilmiş ama. Kadın adamın yanındayken her şeyin rayında gitiğini görüp her birlikte olmak istiyormuş ve bu adam için bir süreliğine iyiymiş.

Sonra adam kaptırmış kendini kadına, bir sele kapılan çocuk gibi. Oyun sanıyormuş, çırpınmıyormuş bile. Kadını mutlu edip onun mutluluğundan arta kalanlarla mutlu oluyormuş ve bu bir süreliğine iyiymiş.

Ardından kadın için bırakmış eski yaşantısını, yaşadığı kenti, arkadaşlarını ve takılmış kadının peşine kayıtsız ve bu da bir süreliğine iyiymiş.

Bir süre sonra kadın sıkılmış huzurun tekdüzeliğinden. Her şeyin yolunda olması, her istediğinin öyle ya da böyle gerçekleşmesi bir anlam ifade etmemeye başlamış. Adam bunun farkına varıp hep daha büyüğünü ve daha çoğunu dillendirmiş ama bir türlü kadını mutlu edemiyormuş artık.

O an anladım dedi bana küçük dağları yaratan tanrının ben olmadığımı. O an göğe bakmaya korktum, yukarda bana kıkır kıkır gülen bir yüz görmekten korktum, haddini bildin mi diye soran bir yüz görmekten korktum dedi duygusuz bir sesle. Ve kısık bir sesle ekledi, çaresizliğimden korktum.

Sonradan sıradan biri gibi davranmaya çalışmış, öyle davranmış ama aydan aya kadını kaybediyormuş, uzaklaşıyormuş adamdan kadın.

O gün yağmur yağıyordu dedi miladından bahsedercesine, yüzümü kaldırdım göğe ve Tanrının bakış açısıyla bakmaya çalıştım kendime. O an çok farklı olabileceğini ve ne yapmam gerektiğini anladım dedi.

Dostum,bir kadına söylenebilecek en kötü şey gerçeklerdir, gerçekleri duymayı istediklerini söyleseler de hepsi kandırılmak ister.

O yağmurlu günde, sırılsıklam bir halde yanına gitmiş ve her şeyi anlatmış. Kabiliyetini anlatmış,senin sevdiğin şey buydu ve ben sana bunu veriyordum,evet dilime düşen hiçbir şey gerçekleşmiyor ve ben sana şunu söylemek istiyorum demiş: Seni seviyorum...


Share/Bookmark
posted under | 1 Comments

Yoksa



Mutlu olabileceğimi düşünüyorum, belki izlediğim filmden belki içtiğim bir fincan kahveden belki de yalnızca şu an kendimi mutlu duyumsadığımdan... Nedenini düşünüyorum,mutlu olabileceğimi neden düşünüyorum?

Aslında soruyu tersinden sormam gerekir çünkü genelde mutluluğun olmadığı zamanları mutsuzluk diye tanımlar insanlar. Mutlu olmak esas olandır esasında, ben biraz farklıyım hepsi bu.

Daha evvel de üstünde durmuştum, film müziklerini dinlemeyi seviyorum. Hele hele önce dinleyip sonra filmi izleyip sonra yine dinlemeye bayılıyorum. Şu anda da kulağıma bir film müziği çalınıyor ve ben düşünüyorum,mutlu olabileceğimi neden düşünüyorum?
Yoksa diyorum ama kendim bile inanmıyorum... Yoksa, yok canım olamaz... Uzaklaştırmaya çalışıyorum bu düşünceyi kafamdan. Yoksa'larla uğraşamam.

Ama mutlu olabileceğimi düşünürken kafamın içinde canlanan o pembeliği ortadan kaldıramıyor “yoksa'larla uğraşamam” deyişim. Ve ben henüz adını bile bilmediğim kızı düşünüp, mutlu olabileceğimi düşünüyorum.

Farklı bir dünyaya girebilecekmişim, şu an düşündüklerimi o an düşünmeyecekmişim gibi geliyor ve bu mutlu ediyor sanırım beni.
Sanırım adını öğrenmenin ve düşlerimi yitirmenin vakti geldi...
Posted by Picasa


Share/Bookmark
posted under | 0 Comments

Düş


(İki arkadaş birbirini görür, anlatacak daha çok şeyi olan konuşmaya,ötekisi dinlemeye başlar.


  • Oğlum gel şuraya otur, konuşalım biraz
  • Hayırdır abi, n'oldu?
  • Ya şu müslüman kızdan ayrıldım da...
  • Türbanlıdan mı?
  • Ne türbanı ulan, sen türbanı yanımda gördün mü de koynumda göreceksin!
  • Yok abi öyle değil de, müslüman deyince hani...
  • Ne bileyim,ben de bilemedim ki, bildiğin sarışın yeşil gözlü güzelcene bir kız müslüman çıktı, anlamıyorum ki, hala namaz falan kılıyor mu cidden insanlar ya?
  • Nasıl yani abi?
  • Boşver nasılını da... Çek şu sandalyeyi otur bakalım ya, ayaktan ayaktan konuşulmuyor, sana soracaklarım var.
  • Elbet abi.
  • Oğlum bir kız nasıl olur da örümcekler gibi düşünür de ceylan gibi yaşar, davranır?
  • Abi içmedin değil mi?
  • Cevap ver lan!
  • Anlamadım ki abi.
  • Üf sana soranda kabahat zaten. Bu yobazlardan tiksiniyorum ya hani ben, nasıl oldu da bu kız hoşuma gitti, neyini beğendim bu kızın onu soruyorum.
  • Abi gönül bu yani ota da şeye de konar, bilirsin..
  • Demi lan, ama oğlum ben kızla tiyatroya falan gittimdi müslümanca şeyler yapmıyordu, demek ki bunun aklını tam yıkayamamışlar...
  • Yok abi adamlar tuttuklarını bırakmıyorlar, yeter ki yaklaş yanlarına, hakkaten Allah var da yardım mı ediyor anlamıyorum ki...
  • Ne Allahı lan, cins cins konuşma, sorduklarıma yanıt ver sen!
  • Tamam abi.
  • Neyse lan kıza dedim işte, sen müslümansın yapamam ben senle falan filan diye.
  • Eee abi o ne dedi peki?
  • Bir şey demedi ama bir çok şey dermiş gibi baktı,tuhaftı lan bir an ne yapacağımı bilemedim.
  • Eee ne yaptın peki,çektin gittin mi?
  • Lan fırsat bu fırsat dedim,sarıldım bir daha, beni romantik falan da sanmıştır şimdi bu..
  • Değil misin abi?
  • Ne bileyim lan işte sarılmak istedim sarıldım ve çektim gittim.
  • Sonra?
  • Sonra dayanamadım döndüm arkamı, Lut'un karısı misali taş keseceğime falan inanmıyordum ama yine de korktum bir an..
  • Abi Lut kim?
  • Boşver lan, bir köşeye çekildim, ne yaptığını izledim ben de işte.
  • Ee ne yaptı peki?
  • O bir şey yapmadı,oturdu kaldı öyle de, sonra kendi gibi tuhaf bir kaç kişi geldi, bir şeyler konuştular falan.
  • Türbanlı arkadaşları mı geldi?
  • Bak hala türban diyor ya! Yok oğlum türban falan, böyle saçı başı açık 3-4 kişiyle konuştu işte.
  • Onlar ne yaptılar ki kıza?
  • Eliyle koluyla bir şeyler gösterdi kız, sonra birini aradı telefonuyla, tam o sırada beni gördü.
  • Sen ne yaptın peki abi?
  • Ne yapacağım salak, saklandım tabi ama gördü bir kere.
  • Abi sen bu kızı seviyor muydun yoksa?
  • Sabahtan beri ben ne anlatıyorum sana gerzek! Sevsem ne sanki, müslümanmış lan kız!
  • Bilmiyor muydun ki?
  • Aslında müslümanım diye demişti, yazıyordu da ama ben lafta müslüman sanmıştım.
  • Eee abi müslüman olsun sanki ne olacak, zaten halkın yüzde 90ı müslüman bir ülke değil mi burası?
  • Lan git salak salak konuşma, 90'ı örümcek beyinli diye 10'u da mı örümcek beyinli olsun?
  • Abi,evlenecek değilsin ya kızla, evlenecek kız var eğlenecek kız var...
  • Lan önceki gün salaklık edip evlenme teklif ettim..
  • Eee ne dedi ya?
  • Hayır dedi.
  • Anladımmm,senin biraz da kuyruk acın var...
  • Oğlum öfkemi de sevincimi de senden çıkarırım şimdi, yediğin dayakla kalırsın,bilesin...
  • Eee abi yalan mı söylüyorum?
  • Bir sus be ya,bir sus... Ben iyi biri miyim, hı?
  • Bu da soru mu abi,tabi iyi birisin.
  • Değil mi ama, hem kıza da dedim, sen çok iyi bir kızsın, benden iyilerine layıksın falan diye..
  • Abi sen bildiğin Issız Adam olmuşun...
  • Kaçırır mıyım lan, ama inşallah izlememiştir o filmi...
  • İnşallah abi.
  • Neyse kurtulduğumuza sevinelim, bizi de kendine falan benzetirdi sonra...
  • Allah korumuş diyelim bence.
  • Bak hala Allah diyor ya...


(Bu öyküdeki tüm kişi ve kurumlar bütünüyle düş ürünü olup, gerçek hayatta böyle kişilerle karşılaşılmamıştır, karşılaşılmamaktadır)


Share/Bookmark
posted under | 0 Comments

Bir Ad



Bir ad vermeli miydim?

Bir sıfatın olmalı mıydı, seni nitelemekten öte benle alakanı niteleyen? Senin, olmayan adının sonuna benim olduğunu belirten iyelik ekleri eklemeli miydim?

Ya da bir yüz çizmeli miydim sana? İnsanların seni değil de benim sana yakıştırdığım yüzü görmeleri mi gerekirdi? İnsanların seni tanımasını, sevmesini beklemeli miydim? Bu kadar geniş zamanlarımız var mıydı?

Bir ses vermeli miydim sana? Kalabalık ortamlarda dost canlısı, bire-birde ciddi, yalnız kalındığında içten ve samimi bir ses vermeli miydim sana? Konuşmalarına müdahil mi olmalıydım, susturmalı mıydım seni?

Bir ad vermeli miydim sana? Peki sana bir ad verince sen, sen olmaktan çıkıp artık görmek, duymak, sevmek istediğim kişi olacak mıydın?

Sahi, bir ad vermeli miydim sana?

Yoksa yalnızca sayfalarda mı kalmalıydın?
Posted by Picasa


Share/Bookmark

Bir Şiir Gibi







Bir şiir gibi”. Söylediği tek şey buydu, “bir şiir gibi”...  İ'lerin uyumunu duymak için mi söyleniyordu yoksa bir şiir gibi olan bir şeye mi tepki veriyordu, pek anlaşılmıyordu.

Durdu, düşündüklerini gözden geçirir bir eda ve hecelerini sayan bir şair tavrıyla yine “bir şiir gibi” dedi.


Anlamıştı neyden ya da kimden bahsettiğini. Gerek yok artık diye düşündü, bıraktığı kalemi masasından aldı ve yazmak isterken düşündüklerini, yazmayı düşündüğünün yerine yazdı ardından kapatıp defterini gitti. Ve öykü burada bitti...


Share/Bookmark
Önceki Kayıtlar
Related Posts with Thumbnails