dineshweb: Retweet for blogger

Geçmişe Yolculuk






Kimi şarkılar vardır ki, bir şeyler duyumsatır, içinde bir yerleri kıpraştırır ve müthiş bir tat verir. Şarkının ritmi ister yavaş olsun ister hızlı, sen o tadı yine duyarsın damağında.Bir büyüğün sorduğu; şarkıların anımsattığı mı yoksa bir şeyler anımsatan şarkılar mı sorusuna “ikisi de” yanıtını verdiren şarkılara rastladığım için şanslı sayıyorum kendimi.

Kolay kolay beğenmem, beğendiğimi çok irdeler ve muhakkak bir kusur bulurum. Albümündeki tüm şarkıları dinleyebildiğim “sanatçı” sayısı bir elin parmağını geçmez. Bunlardan bir kaçını sayacak olursam Feridun Düzağaç, Şebnem Ferah, Funda Arar, Sezen Aksu... Sanki bunlar müzik yaparken yaptıklarının müzik olduğunun farkında değiller, içlerinden akıyor tınılar kağıtlara ve öyle içten bir biçimde söylüyorlar ki kendini kaptırıyorsun notalara...Neyse bu kadar giriş yeter geliyorum asıl kısma, Geçmişe Yolculuk'a...

“ Bugün kendimi kuru yapraklarla kaplı, çıkmaz bir sokağa benzetiyorum. Sadece o sokakta yaşayanlar üzerimden gelip geçiyor... ”

Yum gözlerini ve düşle şimdi, yürüdüğün sokağın ardında bir şey yok,önemli olan yol, yolun sonu değil, sağındaki solundaki ağaçlar hazan yapıp dökmüş yerlere hüznünü,ayağının altına aldığın kurumuş yapraklar öyle bir sesle kırılıyorlar ki diyorsun bu tınıyı biliyorum bir yerden,belki içinde deneyimlemişsin bu kırılmayı, belki de bir şiirde ya da bir kitapta kimbilir...

Düşünüyorsun sonra ya o sokak bensem, ya ezdiğim yapraklar acılarım ya da sevinçlerimse ya sonluysam,bir yerlerde tükeniyorsam ve her şeyden önemlisi, yalnızca yolu bana düşenlerin uğradığı bir sokaksam... İçine bir hüzün düşüyor ve düşünüyorsun içini...

“ Bugün kendimi odalarından çoğu boş, bazen dolan bir otel gibi hissediyorum. İçimden ne hayatlar ne hikayeler ne aşklar geçip gidiyor... ”

Sallıyorsun kafanı ve geliyorsun kendine, kendinde gelmeden evvel kafanda kendini bir otele benzetiyorsun, o kadar çok kişi ağırlamışın ki,onlardan o denli çok iz kalmış ki, kendini, aslını yitirmiş gibisin... Her gelen bir iz bırakmış ve giderken bir parça alıp götürmüş senden... Yitmişin,çoğalarak yitip gitmişin... İçinde neler döndüğünü,nerede neler yaşandığını ve ardından neler bıraktıklarını tek sen biliyorsun... İçin iz ve is dolu. Silmek için o denli çaba sarfetmene karşın çıkmayanlara “is” ötekilerine “iz” demişin ve tam o sırada sallayıp kafanı gelmişsin kendine...

“Bugün kendimi parktaki bir bank gibi sessiz ve sabit hissediyorum. Geceleri üzerimde şehrin ışıkları yatıp uyuyor... “

Çıkmışın o sokaktan yürüyorsun bir parka, bir bank çarpıyor gözüne, ötekilerden uzak, bir kenarda öylesine dingin duruyor ki...İmreniyorsun... Sonra kaptırıp, o bankın yerine koyuyorsun kendini. Gündüzleri şehrin sesi, çehresi bir başka, geceleri bir başka oluyor. Gündüz kalabalıkların sessizliği olurken geceleri sessizliğin kalabalığı oluveriyorsun. Üzerinde gecenin ağırlığı ve şehrin ışıkları, karşıda deniz, dost oluveriyorsun hepsiyle... Sokuluyor ışık koynuna,dizine yatıyor karanlık,üstüne örtülüyor denizin kokusu ve uyanıveriyorsun güneşe bu halde. Her gün her zamanki yerinde olmanın verdiği endişesizlik ve sakinlik bürünüyor her sabah üstüne ve sen yine her zamanki şeyleri yapıyorsun gün boyu...

“Bugün kendimi tonlarca yük taşıyan gemilerin denizi gibi hissediyorum. Kaldırma kuvvetim var ama şehrin atıkları içime akıyor...”

Parktan ayrılıp deniz kıyısına yürüyorsun,silmişin geride kalan sokağı, oteli, bankı kafandan. Gözüne ilişiyor bir yük gemisi, diyorsun sırtını denize vermiş de olsa nasıl taşıyor bu kadar yükü... Kendinden bahsettiğini düşünüyorsun...Sen gemiyi benzetmişken kendine asıl sana benzeyenin deniz olduğundan habersizsin... Ve sonra fark ediyorsun denize akıtılan atıkları görünce...Evet, ben denizim diyorsun...Bu kadar atığa rağmen halen deniz kalabilen,hala temiz olan.... Ve uyanıyorsun düşünden...


Share/Bookmark

0 yorum:

Sonraki Kayıt Önceki Kayıt Ana Sayfa
Related Posts with Thumbnails